Dün bu satırları kaleme alırken televizyon ekranlarında İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Arakçi’nin İstanbul’da düzenlediği canlı basın toplantısı gözüme takıldı. Basın mensuplarının karşısında son derece sakin, vakur ve kendinden emin bir duruşla yer alıyordu. Ülkesine yönelik İsrail saldırılarını ve ardından gelen ABD savaş uçaklarının 3 nükleer tesisi bombalamasını değerlendiriyordu.
Kendisini baştan sona dikkatle dinledim. Sözleri ölçülü, yüzü vakur, cevapları ise hem gerçekçi hem de diplomatikti. Özellikle bir açıklaması oldukça dikkat çekici ve düşündürücüydü:
“Bize saldıran ABD’nin elinde yüzlerce nükleer silah var. İsrail’de aynı şekilde.Bizim ise tek bir nükleer silahımız yok. Tüm çalışmalarımız Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetiminde ve barış amaçlıdır.”
Bu açıklamayı duyduğumda zihnim yıllar öncesine gitti. Saddam Hüseyin’in elinde nükleer silah var yalanıyla ABD’nin Irak’ı işgal ettiği günleri hatırladım. Aynı senaryo, aynı oyuncular ve aynı yalanlar… Film neredeyse birebir aynı; sadece sahnesi farklı bir ülkede çekiliyor.
Basın toplantısının ardından kendi kendime düşündüm: “Tarih tekerrürden ibaret değil; ibret alınmadığı için tekerrür ediyor.”
Amerika’nın İran’a saldırısı bitti mi ? Hayır.
İran’ı masaya oturtmak amacında. Ama koşullar çok ağır. İran’ın bunu kabul etmesi imkansız.
Eğer Çin ve Rusya kenarda durmayı tercih ederse İran’ın işi canavarlar karşısında gerçekten zor.
57 Müslüman ülkesinden oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı savaşın 9.gününde ancak toplanabildi. Binlerce Amerikan askerini barındıran ülkeler ABD’ye yâda İsrail’e karşı adam atacak mı?
Kınamadan öteye geçebilecekler mi?
Sanmam! O sebeple İran’ın işi zor görünüyor.
Gelinen noktada zaman, sadece saatlerin ilerleyişi değil; zulmün ve emperyal projelerin coğrafyamızda giderek derinleştiği bir sürecin de adı oldu. Bugün Ortadoğu’nun üstünde kara bulutlar dolaşıyor. Kan, gözyaşı, acı ve yıkım artık bu toprakların sıradan hali gibi sunuluyor dünya ekranlarında. Ama bizler biliyoruz ki hiçbir yıkım durduk yere başlamaz. Her yangının bir kıvılcımı vardır. Bugünün kıvılcımı ise, İran üzerinden tutuşturulmak istenen bir emperyal ateştir.
İsrail Bu Cesareti Nereden Alıyor?
Sormak gerekir:
“Saddam’ın Irak’ı ve Esad’ın güçlü olduğu Suriye, hava sahalarını İsrail’e kapatmışken; İsrail İran’a bu denli tehdit savurabilir miydi?”
Elbette hayır. Çünkü bölge devletlerinin her birinin kendi içinde bir caydırıcılığı, siyasi iradesi ve asgari bir birlik ruhu vardı. Ama şimdi?
Irak paramparça, Suriye’nin sınırları fiilen delik deşik. Libya yok hükmünde, Lübnan diz çökmüş. Filistin kan ağlıyor. Bütün bu yıkımların ardındaki tek sabit gerçek var: ABD-İsrail ortaklığı.
BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adı verilen, aslında “Büyük Parçalama Operasyonu” olan bu emperyal proje, Irak’ı işgal etti. Libya’yı darmadağın etti. Suriye’yi iç savaşa sürükledi. Şimdi sırada İran var. Amaç belli: Bölgede ABD ve İsrail dışında güçlü hiçbir aktör bırakmamak.
Kimyasal Yalanı Bitti, Şimdi Nükleer Bahane!
Irak işgali öncesinde “kimyasal silah var” yalanı servis edildi. BM yetkilileri doğrulamadı ama işgal gerçekleşti. Irak’ın doğal kaynakları talan edildi, halkı yıllarca kanla boğuldu. Şimdi aynı oyun İran için devrede.
Deniyor ki:
“İran uranyum zenginleştiriyor, bu nükleer bomba yapabilir…”
Varsayalım ki bu doğru. İran bir tehlikeyse, aynı potansiyele sahip İsrail neden hiçbir denetime tabi tutulmuyor? İsrail’in elinde yüzlerce nükleer başlık olduğu herkesçe bilinirken dünya neden kör ve sağır?
Ya bir gün ABD, Türkiye için de aynı gerekçeleri öne sürerse?
“Enerji yatırımları, tıbbi radyasyon projeleri, nükleer araştırmalar aslında bomba yapmaya yönelik…” derse?
Türkiye'nin Tavrı Ne Olmalı?
Bizi ilgilendiren, ABD’nin projesinde rol kapmak değil; toprak bütünlüğümüzü, üniter yapımızı, egemenliğimizi ve bölgemizdeki barışı korumaktır.
Türkiye olarak iktidarıyla, muhalefetiyle, medyasıyla, akademisiyle, bu konuda siyaset üstü bir birliktelik geliştirmek zorundayız. Çünkü bu yangın bir kez daha büyürse, kıvılcımları eninde sonunda bizim topraklarımıza da sıçrayacaktır.
İnancımız Gereği Mazlumdan Yana Olmalıyız!
Bizim medeniyetimizin özü zulme karşı çıkmak, mazlumdan yana durmak üzerine kuruludur. İran’a yönelik operasyonları sadece siyasi değil, itikadi bir mesele olarak da görmek gerekir.
Bu toprakların ruhu, Kerbelâ’da susuz bırakılan Hüseyin’in adalet feryadıdır. Eğer bu ruhu unutur, zulme sessiz kalırsak; sadece İran değil, Türkiye dahil tüm bölge halkları yeni Kerbelâlar yaşamaya mahkûm kalır.
Bugün İran hedef alınmakta ama yarın Türkiye'nin hedefe konmayacağının hiçbir garantisi yoktur.
Sonuç: Bu Yangını Durdurmazsak Hepimiz Yanarız
ABD ve İsrail’in bölgede kurmaya çalıştığı yeni düzen, aslında eski bir oyunun devamıdır: Böl, parçala, yönet. Ve sömür...
Bu oyuna dur denilmezse, harita üzerinde şekiller çizen emperyal akıl, bir gün Anadolu’nun da sınırlarını sorgular hale gelir.
Bu ateşin dumanı göğe değil, gözümüze ve yüreğimize doluyor artık.
Barış için, huzur için, İslam coğrafyasının bağımsızlığı için Türkiye’nin İran’a sırt çevirmemesi, aksine bölgenin onurlu sesi olarak durması gerekir.
Yoksa yarın...
O çok korktuğumuz yangın, bizim ocağımıza da düşebilir.